KİRAZ AĞACI Gökçer Tahincioğlu

Yazarının adını ilk kez duymuştum, konusuna şöyle baktım, Korsakoff Sendromu’ndan bahsedince,yazarın bu sendromu nasıl ele aldığını merak ettim önce. Sonra hikaye başladı. Hikaye en başından başladı. Karakter kurguları, mekanlar, olaylar sanki boş bir odaya öyküsü olan eşyaların taşınması gibi taşındı zihnime. Yazar hepsini öyle incelikli düşünüp ekliyordu ki, ne eksik bırakıyordu hikayede ne bir fazlalık bırakıyordu…

Okurken yazar anlattıklarının bir yerinde olaylara şahit olmuş mu, ya da anlattığı bir acı, bir mutluluk üçüncü bir şahsa ait değil mi,yoksa kendi  mi yaşadı bunu, nasıl böyle gerçek olur? soruları gelip geçti aklımdan. Anlatılan hikayeye biraz tanık olanlar nasıl hissederdi? diye düşündüm sonra. Temas etmesi güç konulara dokunuyordu bana göre, benim genellikle kenarından yürüdüğüm, içine girmediğim, girmeye de çekindiğim konulara. Sonra anlatıyordu, anlamak ve o dünyada durduğumuz yerde, kimi caddede yürürken kimi ekip arabasının içinde pencerenin ardında duran yüzlerde birbirine benzer duygular olabileceğini, aynı ağacın altında oturan iki bedenin büsbütün unutsa bile yaşadıklarını, yine de anlama çabasıyla buluşabileceğini gösteriyordu.

Bütünüyle kabul etmek mümkün değil olanları diye düşündüm kitabı bitirdiğimde. İçimde dinlemeye yeltenmediğim hikayeleri dinlemenin garip ağırlığı vardı. Kim bilir diye düşündüm, bu hikayeleri dinlemeye aşina olanda bir gönül ferahlığı olur. Gülümsedim yeniden düşününce. Anlamanın, anlamaya çalışma çabasının ferahlığını hissettim. Bir kitap bunu yaşatabiliyordu işte. İçinde durmadığın dünyalara konuk ediyordu. Anlatıyordu, yaklaştırıyordu, çok uzak olmadığını gösteriyordu, aynı düşünceyi paylaşmasan bile acıyı ve mutluluğu paylaşmanın mümkün olduğunu gösteriyordu. Elbette içimi ısıtan bölümler ise, sözün en estetik haliyle duyguların dökülmesi için bir durak olduğu anlardı.

Yazar yer yer bir şiir okutuyordu karaktere, bir şarkıyı dahil ediyordu anın gerçekliğine, bir koku ekliyor kimi zaman, bir rüzgar esiyorsa o an, onu  hissettiriyordu. Orada öylece duran Kiraz Ağacı tanıklık ediyordu hikayeye, yazar aldı dokundurdu Kiraz Ağacı’nın kalbine.

Yaşayanın belki de en güzel hali olan ağaçla bağladı hikayeyi birbirine. Kiraz ağacının, kiraz çiçeğinin bana ne anımsattığını çok sonra hatırladım, kıyasladım. Nasıl ki anlatılan hikaye, anlatılması bitse bile sürüyorsa, bir nesneye yüklenen anlamın değişme hızına şaştım. Okumanın zenginleştirici gücünü tuttum, sakladım. İyi ki dedim, okumak var. Okumak var, yaşamak var. #maksatokumak #maksatyaşamak

“Yıldızlı bir gece, ay da vardı; 

Sen gülümseyince, yüreğimde bir balık oynadı…

.

.

.

Ortalıktan, ortalıktan, ışıl ışıl bir ortalık çıkarır;

Bu sevgi bu kör karanlıktan.

.

.

.

Biz yine aşka bağlayalım sözü, samanyolu bir aşkla;

Körükçü bas kola canlandır közü.” Metin Altıok

Selma TEKİN

Bültene Kayıt Olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir