PUSLU KITALAR ATLASI – İhsan Oktay Anar

Verebilecek hiçbir şeyi yoksa düşlerini verebileceğini düşünen bir babanın dileği Puslu Kıtalar Atlası, bir maceraya atılırken hem şahit hem de kaşif olabilmeyi, durmayı ve hareket etmeyi öğreten bir atlas. Bir atlas mı sahi?
“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile, hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?”
Kitapta beni kendime getiren, şöyle bir silkelenip zihnimdeki pusların dağıldığını hissettiğim parçalar vardı…
“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmelerine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, dünyanın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kur’an’ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şehadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insan için büyük nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı.”

Ve asıl gücün ne olduğuna dair umut veren, sakinleştiren parçalar…
“Gücün kendisinin ölüm olduğunu da senden böylece öğrendim. Çünkü seni seyrettim. Ah! Keşke dünyayı da senin gibi seyredip, senin ona baktığın gibi bakabilseydim! Oysa ben ona bir güç malzemesi olarak bakıp onda kendi karanlığımı gördüm.”
Birleştirip bu parçaları benzetme bulsam Puslu Kıtalar Atlası’na …Gizli dehlizler gibi derim. Anlamak için kendi atlasını oluşturmuş olması gerekir okuyucunun, herkes kendi haritasının gösterdiği kadarıyla anlar. Aradan zaman geçip de yeniden okunduğunda fark edilmeyen kapılar açtırır, önce göremediğini gösterir, sonra daha önce gördüklerin bir karanlığa açılır…Puslu Kıtalar Atlası öyle bir kitap. Başlangıçta puslu görünürken anlatılanlar; kurgu devam ettikçe puslar dağılıyor yavaş yavaş, nihayetinde kalan ise bir boşluk. Hepsi ve hiçbirini içeren bir boşluk.
“Üzerindeki cübbe nasıl ki yünden meydana geliyorsa, müzik de aynı şekilde sessizlikten gelir. İşte, içinde yaşadığın dünya da, bu şekilde hiçlikten yaratıldı. Ama hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. Bu parça ikiye bölündü ve birisi boş levha olarak sana verildi. Senin gördüğün karanlık işte bu levhadır. Boş olduğu için onda elbette ışık yok, böylece sen levhada karanlığı görüyorsun. Ama dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan bu karanlıktan sen, düşler yaratıyorsun.”
Ve nihayet başlanılan yere yeniden dönülür, belki yeniden başlamak için…
“Zaten görünen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”
çok güzel kitap ,güzel yorum