ÇİÇEKLERİN DÜĞÜNÜ – Halikarnas Balıkçısı

Okurken; yüzümde güneş, saçlarımda hanımeli kokusu taşıyan tatlı bir rüzgar, masmavi ege denizini izliyormuşum gibi hissettim. Öyle ki sık sık okumaya ara verip gülümserken yakaladım kendimi. ‘’İçine, derinliğine insanın kanı akmış olduğu halde, klasik dalgaların mavisini, bir kırmızı fiske bile lekelememiş Ege denizinin üzerinde sıra sıra; koyu yeşil, mor, leylak ve açık mavi adalar salınıyordu. Gönülden türkü, dudaktan gülüş, çiçekten renk doğduğu gibi, Ege sularından da bulutlar doğmuştu.’’ satırlarından sonra olduğu gibi, Denizin içindeyken bile denize duyulan özlem var bazı sayfalarda:
‘’…’Yürek çeker derler…Fakat deniz çekince, yüreği hiç dinler mi?’ dedi.
İşte o kadar!..’’
Ve de denize yöneltilen derin arzu:
‘’…öteki, kayığı göstererek;
‘Siz fırtınadan korkmaz mısınız?’ diye sordu.
Denizci;
‘Korkmaz olur muyuz! Ödümüz kopar. Fakat bizi korkutan şey, bizi kendine çeker’ dedi.
Bunu derken, karşısında oturan gökgözlüden, için için fena halde korkmakta olduğunun o anda farkına vardı. Karşısındaki insan, limanlarda ‘’armut piş, ağzıma düş’’ gibilerden, kolay kolay elde ettiklerinden değildi..’’

Birden fazla kısacık öyküden oluşan kitabın en sevdiğim öyküsü ‘’denizin çağırışı’’ oldu. Kitapların bir sesi varsa eğer bu kitabınki deniz kabuğu sesi gibi… Egeyi (maviyi, denizi, güneşi, gün batımını…) ve (veya) okumayı seven herkesin keyifle okuyacağını düşünüyorum.