SUÇ VE CEZA – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Yaklaşık 160 yıl öncesinden sesini duyuran Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okumadan bu dünyadan geçip gitmek insanın kendisine yapacağı haksızlıklardan biri bana kalırsa. Felsefik sorgulamaları, sosyolojik analizleri ve psikolojik tahlilleri açısından son derece başarılı bulduğum bu eser, sadece kendini okutmuyor aynı zamanda yaşatıyor ve sorgulatıyor da.
Suç, ceza, adalet kavramları üzerine düşündüğümde istikamet yönüm her şeyin ne’liğinin sorgulandığı Eski Yunan’ın bereketli topraklarına çevriliyor. Buradan hareketle kendime referans olarak Platon (Eflatun) ve onun öğrencisi Aristoteles’i almayı uygun görüyorum.
Platon için adalet, gücü elinde bulunduranındı. Bu tepkisel tanımının oluşmasında; hocası Sokrates’in Atinalı gençlerin ahlakını bozduğu gerekçesiyle dava edilmesi, ardından da baldıran zehri ile cezalandırılıp ölüme mahkum edilmesi etkili olmuştur. Bu olay onu çok etkilediği için adalete bakışını da sarsmıştır. Aristoteles ise, daha hümanist bir açıdan ele alır suç ve ceza kavramlarını. İnsan doğası zayıf ve kusurludur, bazı insanlar doğal olarak suça meyillidir bu bakımdan suçlanan insanın yaptıklarına değil, onu neden yaptığına bakmak; şu ya da bu detaya değil, bütün resmi görmek gerektiğini savunur. Kitabın çıkış hipoteziyle aynı paralelde olan bu öğreti; suçun sonucuna ilişkin değil, suçun kaynağına ilişkin bir bakış açısı geliştirmemizi sağlıyor .

Toplumdaki eşitsizliğe başkaldıran kahramanımız, Epikürcü bir bakış açısıyla: “Her şeye gücü yeten mutlak bir Tanrı nasıl olur da, dünyadaki bunca kötülüğü hoş görebilir. Tanrı kötülüğü durduramıyorsa o zaman mutlak bir güce sahip değildir. Öte yandan bu güce sahipse ve isteyerek durdurmuyorsa böyle bir Tanrı’nın mutlak iyi olduğundan söz edilemez” minvalinde iyilik-kötülük problemi üzerine düşünüyor ve suçun meşruiyetini sorguluyor. Roman boyunca Raskolnikov’un kafasının içine giriyoruz adeta. Onun sancılarını, psikolojik gel-gitlerini, suçluluk duygusunu, o sıkışıp kalmışlığının fiziksel hastalığa, bir sayıklama haline nasıl dönüştüğüne anbean tanıklık ediyoruz.
Evet, Raskolnikov cinayet işlemiştir ve bu kötü bir şeydir ancak tek başına bu eylem onu kötü biri yapmaz. Yazar, Raskolnikov özelinde bir insanın sadece iyi ya da sadece kötü olamayacağını, sığ bir pencereden bakarak değerlendirmenin yanlış olacağını, içinde bulunulan koşulların da belirleyiciliğine dikkat çekiyor; onunla empati kurabilmeyi, olaylara onun merceğinden bakabilmeyi, yargılamak yerine onu anlayabilmeyi mümkün kılıyor.
İyi bir amaç uğruna suç işlenebilir mi? Gerekçenin büyüklüğü suçu ortadan kaldırır mı? Neden suç işlemiyoruz? Neden vicdan sahibiyiz? Vicdanımız peşimizden gelmezse neler yapabiliriz? Herkesin kendi adaletini sağladığı bir ortamda eşitlikten söz edebilir miyiz? Çoğunluğu arkasına alan bir güç ile sıradan insana uygulanan yaptırım aynı mıdır? gibi cevaplanması gereken birçok soruyla okuyucusunu baş başa bırakıyor.

Küçük bir anekdot, kitap Rusya’ da yayınlandıktan sonra savcı Dostoyevski’nin ifadesine başvurmak istiyor; zira cinayet işlemeyen ya da buna tanıklık etmeyen biri nasıl olayları bu denli detaylandırarak en ince ayrıntısına kadar aktarabilirin sorgusunu yapıyor. Bu da bir kez daha, onun döneminde de ne kadar büyük bir yazar olduğunu gösteriyor.
Hoşça kal Raskolnikov, teşekkür ederim Dostoyevski.