KÖRLÜK Jose Saramago

Pandemi sırasında okuduğum bu kitap, kitaplığımdaki favori kitaplarımdan oldu diyebilirim. Yazarın nokta ve virgül dışında hiçbir noktalama işareti kullanmayışı “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” kitabında da dikkatimi çekmişti. Aynı zaman da hiçbir karaktere isim vermeden sıfat kullanması kitaptan ayırmıyor zaten o kadar akıcı bir dili var ki bende kitabın içinde buldum kendimi, onlardan oldum.

Körlük bildiğimiz üzere görme yetisinin tamamen olmaması ya da büyük ölçüde kaybedilmesidir.

Okudukça “Gerçek olan ne? Biyolojik körlük mü yoksa her şeyin farkında olup görmezden gelinen körlük mü?” diye sorgulatıyor.

Bilinmeyen bir ülkenin, bilinmeyen bir kentinde, bilinmeyen bir adamın trafikte yeşil ışığı beklerken körleşmesiyle başlıyor kitap. İlk kör ve eşi, göz doktoruna gider ve bu sırada ilk kör kiminle temasa geçerse körleşmeye başlar. Göz doktoru hükümete haber verir ve “Beyaz Körlük” dedikleri salgın için karantina başlatırlar.

Beyaz  körlüğün normal körlükten farkı şu; her yeri bembeyaz görmeleri ve vakaların gözlerinde hiçbir sorunun olmaması.

Hükümetin karantina süreci başlatması ile ilk vakaları akıl hastanesinde karantinaya alınır.

Akıl hastnesine gelen vakalar çoğaldıkça yemek, yatak, söz sahibi olma gibi sıkıntılar yaşanır. Bu bölümlerde aklıma gelen Sineklerin Tanrısı kitabı olmuştu. Yani şartlar ne olursa olsun hep söz sahibi olma isteği ve hep bir liderlik çatışması yaşanıyor insanoğlunun doğasında.

Akıl hastanesinde kör olarak, körlerle kapalısınız ve ülkede herkes kör.

Yardım edebilecek kimse yok.

Göremediğiniz için ne bulursanız yiyorsunuz.

Kimse göremediğinden tuvaletler ortalık yere yapılıyor kimse de utanç duygusu kalmıyor.

Yemek aramaya çıkan kişi evini bulamıyor.

Sokaklar ceset dolu ve hayvanlar aç…

Böyle bir dünya hayal edebiliyor musunuz? Sadece bu yazdıklarım ne kadar korkunç geliyor. Bu durumda görmek mi nimet, gözler mi?

         “Gözlerimizin olması gördüğümüz anlamına gelmez. Körlerin de gözleri var. Gözler sadece bakar, körler de bakıyorlar. Gözler yalnızca bir mercektir. Asıl gören organ beyin ve kalptir. Öyle olmasa beyin gözü, kalp gözü gibi tabirler olur muydu?”

Kitabın psikolojik yönü bu kadar ağırken asıl olay ise şu; kör olmayan bir kadın. Bu kadar iğrençliğe katlanan, eşine arkadaşlarına yemek bulan, onları barındıran fakat kimseye “ben görebiliyorum” diyemeyen bir kadın… Fedakarlığı ile başlayan bu yol sonrasında kendine zarar gelmemesi adına susmasıyla devam ediyor ve bu kadının beni daha çok heyecanlandırdığını söyleyebilirim.

Kitap her bir bölümü için uzun uzun konuşulabilir ve analiz edilebilir bence. Ama sorgulayacak olursak şunları sorabiliriz kendimize;

Sevdiklerimiz için fedakarlık yapar mıyız?

Nasıl bir fedakarlık sevgimizi kanıtlayabilir?

Zeynep TALAY


Kitap İçin TIKLAYINIZ

Bültene Kayıt Olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir