ÖTEKİ – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Dostoyevki; bu romanında distopik bir labirentte Dissosiyatif kişilik bozukluğu yaşayan Jakov Petroviç Golyadkin’in münzevi tırmanışlarını konu ediyor. Hayattaki, varoluşsal sebebini de davetsiz bir misafir olarak yorumlayabileceğimiz kahramanımızın kişilik depremi, yine davetsiz bir konuk olarak katıldığı doğum günü partisinde gerçekleşiyor. Bay Golyadkin, ay ışığında parlayan dans eden hayaletlerin gölgesinde, maskeli baloda kral çıplak ilan edilmesinin arifesinde bir anda piyanonun parmakları kırılıyor, trompetlerin nefesi tükeniyor, orkestra susuyor. Kahramanımız ateşle tanışacak kar tanesi gibi koşmaya başlıyor.


Disosiyatif kimlik bozukluğu (DKB) çoklu kişilik bozukluğu olarak da adlandırılır. Bir kişide yani bir bedende birden fazla kişilik olma halidir. Kişilikler birbirine zıt karakterlerden oluşur. Varoluşçuluğun kilometre taşlarını eserlerine özenle dizen yazar, bu eserinde hayat sahnesine çıkardığı Bay Golyadkin’in ruhundaki siyah ve beyazın anlam arayışının yönetmenliğini yapıyor. Jilet gibi keskin ipin bir ucunda siyah diğer ucunda beyaz… Siyah beyaza yürüdükçe kesiliyor benliğinin kanatları. Hayat tüm arada kalmışlıklarımızla sinyali olmayan bir televizyon gibi bazen…
İnsanın kibri hayatla uyumunu anlatır. Kahramanımızın gerçek benliği hayatla ve insanlarla uyumsuz… Belli bir süre sonra bu kibir volkanik bir dağ gibi patlıyor ve kendi kaynağından zıt bir karakter yaratıyor. İkinci Bay Golyadkin insanların gönüllerine taht kuran, her insanla sevecen bir ahbaplık yapan bir kişilik olarak beliriyor gerçek Golyadkin’in puslu zihninde… Hayatını ve çevresini onun çaldığını düşünüyor ve onu yakalamaya çalışıyor. Bu çabaların içinde insanlara neden beni değil de onu sevdiniz sorusunu soruyor. Bu soru beni uzaklara götürdü. Doğu görevini yaptığım Batman’a… Köy okuluna giderken yol üzerinde artık kullanılmayan Batman Toplum Ruh Sağlığı Merkezi binasının terkedilmiş duvarında ‘’beni neden sevmediniz’’ yazıyordu. İnsanlığa sunulmuş en ince sitemdi bu…


Bay Golyadkin rüyasında kaderine doğru koşarken adım attığı her kaldırım taşından kendine benzeyen ve içini kaldıran bir Bay Golyadkin havaya doğru uçuyordu. Bu rüya beni bir tablonun içine doğru sürükledi. Eserleriyle beni çok etkileyen gerçeküstücü ressam René Magritte‘in Golconde tablosuna… Ressam bu resminde birbirine benzer erkeklerin, yağmur gibi gökten yağmasını resmetmiş. Dostoyevski’nin gökyüzüne uçurduğu karakterleri, Magritte tekrar yeryüzüne emanet ediyor.
Siz hiç parmak izinizi ruhunuzdaki bir bilinmeyenle paylaştığınızı hissettiniz mi? Siz hiç kendinize mektup yazdınız mı? Ruhumda ki öteki nedir? Benden ileri mi yoksa geri midir?

Çok güzel kitap.İletisim adına yazılmış bir çok eksikliklerimizden bahsediyor.İletişimime katkı olsun diye okudum. Kaleminize sağlık ufuk zafer ada tekrar tekrar okunası bir yazı olmuş