YABANCI – Albert Camus
Belki de kitapların ilk cümlelerini önemsediğimden Yabancı daha ilk andan beni etkisi altına almayı başardı diyebilirim.“Bugün annem öldü, belki de dün bilmiyorum.” Bu insanı hem hafif sarsan hem de merak uyandıran etkileyici giriş cümlesi sanırım kitabı bir solukta okumamın bir başka sebebidir.
Sade, akıcı bir dili olmasına karşın alt metinlerine iyice nüfuz edebilmek için Camus’nün felsefesine de biraz aşina olmak gerekiyor. Varoluşçular arasında değerlendirebileceğimiz Camus için hayat absürttür, yani belli bir monotonluk ve döngüde ilerleyen bu yaşam saçmalıklarla doludur.

“Değil mi ki yaşam bir yerde ölümle yani yoklukla sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim-içtim, aldım-verdim, benim-senin kavgasının anlamı?”
Ölümün var olduğunu bile bile yaşamanın ağırlığına katlanıyor olmamız asıl mesele Camus için. Hayat yaşanmaya değmez ancak yine de yaşanmalıdır; bir nevi buna mecburuz. Eserlerini bunun üzerine kurar, bir anlam arayışı içindedir yarattığı karakterler.

Ya sanan ya hisseder gibi olan, bir duyguyu tam olarak yaşayamayan biri Meursault. Toplumu uzağına itmiş, olaylara yaklaşımı son derece tepkisiz, hayatı uzaktan seyreden, topluma ve kendisine yabancılaşmış, uyumsuz bir insan.
“Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu.” Kitabın son bölümlerinde yer alan bu cümleler gerçekten çarpıcı bulduğum ve etkilendiğim kısımlardı. Yaşam hakkı her şeyin üzerinde bir haktır ve idam kararı insanın varoluşuyla bağdaşmayan bir sonuçtur bunun eleştirisi yapılmıştır.

Hayat büyük oranda seçimlerden ibarettir ve seçimlerimiz bizi olduğumuz noktaya, olduğumuz kişiye dönüştürür. Bundan dolayı yaşamaya da ölmeye de kişi kendi karar vermelidir. Suçu ne olursa olsun birini ölüme mahkum etmek ne derece doğru? Üstelik annesinin ölümüne üzülmediği için ölüme mahkum edildiyse. Herkes ölüm karşısında aynı tepkileri vermek zorunda mıdır? Ağlayıp, dövünmek üzüntümüzü daha mı gerçek yapar?
Her şeye karşı kayıtsız, anlamsız olarak bakan bir insan yaratarak yazar aslında bunu yazmanın bile bir anlamı olduğunu göstermekte. Her şeyden umudu kesmek düşüncesiyle insan baş başa kalamaz. Çünkü her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimizde bile anlamlı bir şeyler söylemiş oluruz. Meursault da ölüm kararının verildiği andan itibaren yaşama tutunuyor, o karanlığın içinde bir aydınlık bulmaya çalışıyor.
Okuduktan sonra aldığım keyif, okurken aldığımdan çok daha fazlasıydı kesinlikle.
Hayat varsa, umut her zaman vardır dedirtti bir kez daha.