KELEBEK ZİHİNLİ ÇOCUK – Victoria Williamson

“Kitapla ilişki bir misafirliğe benziyor. Hikâyesini anlatmak için kapısını çalmanı bekleyen bir ev sahibi sanki…” Bunun gibi bir tanımlama yapmıştı geçen gün kitabevinde tanıştığım bir edebiyat öğretmeni. Tek başına seni ağırlıyor bu ev sahibi; senden başka kimse yok, sadece sana bakıyor, senin gözlerine bakarak anlatıyor olup biteni. Kiminin anlatımı yavaş, durgun akan nehirler gibi, kiminin ki coşkulu. Kelebek Zihinli Çocuk’un dili coşkulu, kanı deli, içi içine sığmıyor. Peki  ben dilini bile tanımazken nasıl çaldım kapısını? Kapağındaki kelebek yüzünden… Çok severim kelebekleri; tırtılken, etrafına bir koza ördüğünde, beklediğinde, hazır olup kanatlandığında ipek kanatlarını acelesiz ve rahat çırpışlarını; o narin yanlarına tezat bir cesaretle ateşe uçuşlarını; onca hesap kitap içinde hesapsız kitapsız bir omuza konuşlarını, gülümsetip ayrılışlarını; kısa bir ömür diye tanımlandıkları maceralarında belki de tamamıyla hiç görülmeyişlerini; yine de bir kelebek etkisi yaratmaktan vazgeçmeyişlerini… Ah, insan bir şeyi sevmeye görsün. Her davranışında, her duruşunda bir hikmet buluyor sanki değil mi? Arka kapak yazısında da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun beyninde kelebekler uçuşuyormuş gibi hissettirdiği bir erkek ve ailesini yeniden bir araya getirmek için mükemmel olmaya çalışan bir kızın öyküsünü anlattığını görünce, kendimi bir anda çoktan taşınılmış fakat hatıraları saklayan bir evin avlusunda buldum. Hikâyenin bir yerinde, ana karakterlerden birinin güvenli alanını temsil eden ahşap bir kulübe var. Ben oraya oturdum, yağmurlu bir akşam vakti, bir sarı ışık aydınlatıyor içeriyi. Islak ahşap kokusu, terk edilmişliğin verdiği bir eskimişlik var burnumda. Bu insanın ilk gençlik yıllarını anımsayıp artık saçma dediği davranışlarını hatırlayıp gülümsemesi, yine de özlemesi gibi bir his.

Kitabın karakterlerinin dili çok aşina geldi. Sık dinlediğim ergen danışanlarıma benzediğinden mi bilinmez; yer yer soru sorarken buldum kendimi, gördüklerinin ne düşündürdüğünü, nasıl hissettirdiğini araştırır gibi. Karakterler bu sorularımı duyar gibi yanıtladı. Boşanma, akran zorbalığı, çocukluk senaryolarını işlevi kaybetse de sürdürme eğilimi, sınır ihtiyacı, dışlanma- ait olma, bir farklılık ile mücadele etme, sanat ve bilime çıkan yollardaki güven… Ne çok şey var diye düşünüyorum ben de yazarken. Kitabın akışı da bir kelebeğin uçuşu gibi. Anlatım öz, sade, estetik; konular her an değişebiliyor fakat kendi içinde bir ahenk tutturmuş.

– Annemden ayrılmadan önce tek başına uzun yolculuklara çıkardı. Bence bu onun tartışmalardan kaçma biçimi. Keşke ben de araba kullanabilseydim. Belki yeterince hızlı sürsem, öfke nöbetlerine tutulmadan kaçıp gidebilirdim, o zaman annemin onlardan kaçınmak için Amerika’ya kadar gitmesi gerekmezdi.

– Keşke babam DEHB’m için ilaç almama izin verseydi. Kullanmam gerektiğinde sürekli pır pır etmeyen, sıradan bir beyne sahip olmak güzel olurdu. Belki büyüdüğümde ve çılgın bir bilim insanı olduğumda, DEHB’nin tedavisini bulabilirim.

– Keşke bir şeyi doğru yapabilsem, bir kere de bir şeyi iyi yapabilsem. Keşke her zaman herkesi üzen bencil bir canavar olmadığımı kanıtlayabilsem.

– Beynim kapanmıyor ama düzgün de açılmıyor. Sanki kozasının içine sıkışmış kelebeğe dönüşemeyen bir tırtılım. Beynim dörtnala koşuyor, bana kaçmam gerektiğini söylüyor ama vücudum görünmez iplere dolanmış. Kötü bir rüya gibi, ama ben tamamen uyanığım.

– Belki de, ilaca ihtiyacı olan babamdır. Unutkanlık başladı. Dönem sonunda Bayan Morrison’ı görmeye gittiğinden beri bu konuşmayı üç kez yaptık. “Yolunda” diyorum. Doğru değil, ama babamın duymak istediği bu, o yüzden söylüyorum gitsin.

Bazen insanın kendini anlatmaktaki amacının, kendine neler olduğunu anlamaya çalışmak olduğunu düşünüyorum. Aynı durumda hisseden nice genç vardır; annesi babası ayrılan, yeni bir kardeşle yaşamaya çalışan, düzen algısı değişen, aile ya da ev yaşamına ilişkin kırılmış hayalleri, her şeye rağmen diri tutmaya çalıştığı umutları, kendi doğrusunu başkasının doğrusuna tercih eden cesur duruşları, kayıpları, kabul edemedikleri kusurları, kendi yaşamının kontrolünü eline alamayacak kadar küçük, tümüyle sorumluluklarını başkasına bırakamayacak kadar büyük hisseden ele avuca sığmayan ruhları, bile bile yanlış dedikleri davranışları yaptıklarında hissettikleri utanç duyguları…

Steven bana biraz gergin ve biraz halden anlar bir bakış atıyor. Hani birinin köpeği ezildiğinde ve ona bunu söyleyecek kişi olmak istemediğimizde o kişiye attığımız türden bir bakış. Ama benim köpeğim olmadığı için bana neden öyle baktığını bilmiyorum.

Herkes bana bakıyor, öfke krizine girmemi bekliyor. Elin dışında. Onun bakışları yerde ve ellerini öyle sert sıkıyor ki parmak eklemleri bembeyaz olmuş. Okuması zor değil. Suçluluk duygusu yüzüne kazınmış. İhaneti bana o kadar koyuyor ki sendeliyorum.

Ama zaferim artık içi boş bir zafer gibi geliyordu. Sanki kendimi ters yüz etmiştim ve babam gittiğinden beri beni için için yiyen tüm kötü duyguların ve kıskançlığın herkesin göreceği şekilde dışarı sızdığını hissediyordum.

Acaba hangimizin başı daha çok belaya girecek? Odasını savaş alanına çevirmem, bilim projemi mahvetmesinden daha mı kötü? En çok kimin suçlanacağına karar vermek için yetişkinlerin kullandığı on puanlık bir yıkım ölçeği var mıdır?

Tüm bu yaşam olaylarının yanında değişen bedenleri, gelişen beyinleri, özgürlük ihtiyaçları, ilişki kurma ihtiyaçları, tanıma-anlama çabaları…  Peki, ne istiyorum? Nasıl yaşayacağım bundan sonra? düşünceleri… Tüm bunların ortasında bir dost bulmak, birbirine dost olabilmek ise belki de en güzel iyileştirici. Kitaptaki karakterler birbirleriyle henüz dost değilken, sadece gözlemleyerek, söylenmeyenleri duyma, bunların kendilerine nasıl hissettirdiğini anlama çabaları; bunları ifade etme düşünceleri beni en çok etkileyen bölümler oldu. Birkaç örnek paylaşıyorum:

  • Jamie’nin yüzündeki incinmiş ifadeyi görmemek için dudağımı ısırdım ve başımı eğdim. Onun hakkında o kadar çok yalan söylemiştim ki sayısını unutmuştum ve hayatımın geri kalanında tamamen dürüst olsam bile onları asla gerçeklerle dengeleyemeyeceğim. Jamie’yi Canavar’a geri döndürmenin bir yolunu bulabilsem onu incitmek belki o kadar da kötü hissettirmeyecekti.
  • Orada tek başına otururken yalnız bir hali var. Kimse onunla konuşmuyor, o ise meyve suyu kartonunun üstündeki etiketi okuyor ve umursamıyormuş gibi yapıyor, ama içten içe umursadığını düşünüyorum.
  • Onu her zaman olduğu gibi görmezden geliyormuş gibi davrandım ama gerçekte gözümün ucuyla, dikkatle onu izliyordum.
  • Jamie’nin tekrar Canavar olması gerekiyor, yoksa ondan asla kurtulamayacağım ve gerçek ailemi geri alamayacağım, diye kendime hatırlattım. Ona veya başkasına üzülemem, Mükemmel Prenses gibi güçlü durmalıyım.
  • Geçen gün Liz’in müdürle telefonda konuştuğunu duydum. Müdür tek başıma ders alabilmem ve kimseyi rahatsız etmemem için özel bir öğretmen tutmak istiyor. Sanki deliliğimi dünyaya bulaştırmamam için herkesin kendini karantinaya almak istediği bir hastalık gibiyim. Ne derlerse desinler… Ben olmanın tedavisi yok.

Gençlik zamanlarına çok yakınlık duyuyorum. Bana çok cesur geliyor o zamanlar. Bir fırtınanın içinden güçlenerek çıkmaya, maceralardan lezzet almaya benzetiyorum. Bu kitap yukarıda farklı farklı ifadelerde tanımlamaya çalıştığım durumlarda kendini bulan, kendine ne olduğunu anlamaya çalışan okurlar için sıcak bir misafirlik hissi yaratacak. Anlaşılmış hissedecekler, yalnız ben değilmişim, bunun bir sonu varmış, yaşadığımın adı varmış, sorunlarımdan ibaret değilmişim diyecekler. Etrafında yukarıda bahsettiğim tanımlamalardan yakınları, sevdikleri ya da sorumlu olduğu kişiler olanlar için de bir anlama kılavuzu gibi düşünülebilir. Bazı ebeveyn-çocuk diyalogları aslında o fırtınanın içinde çocukların nasıl nefes aldığını gösterir nitelikte.

-“Sandviçlerimi yemekten bıkmadın mı?” diye soruyorum. “Annem onları hiçbir zaman sevmedi. Liz de beni bu kadar şeker yemem konusunda cesaretlendirmemen gerektiğini söylüyor.”

-“Jamie, koca dünyada senin sadviçlerinden daha çok sevdiğim bir şey var.” diyor babam.

-“Ne acaba? Kıtır tavuk? Çikolatalı kek? Lütfen peynir olduğunu söyleme yoksa seni babalıktan reddederim!!!

-“Hayır, tabii ki sensin,” diye gülüyor bir yandan beni dürterken. Neredeyse yatağın ucundan düşerken kıkırdıyorum. “Mutfağa kadar yarışalım. Sonuncu bulaşıkları yıkar!”

En derin fırtınaların ardından da en dingin havalar gelirmiş ya, bu hikâye de sanki bir masal gibi mutlu sona bağlanıyor. Değişimin başlangıcı ise tutumun değişimi ile mümkün oluyor:

  • Belki de sandviçlerin gibisindir Jamie; tuhaf, dağınık ve alıştığım her şeyden farklı, ama için o kadar da kötü değil. Belki de ben de sana alışabilirim.
  • Bana o kadar benziyordu ki gülümsedim. Birinin ailesi olduğuna karar verdiğinde, ona sıkı sıkıya tutunuyor ve onu asla bırakmıyordu.

 Tüm o çelişkilerin ardından mükemmel olma çabasının nasıl da gerçeklikten uzaklaştırdığını, gerçeği kabul edememenin ağırlığının gerçekten daha ağır olduğunu, umutla ve iyi niyetle çabalamaya devam etmenin eninde sonunda nasıl başarıya ulaştırdığını, hataların da en az zaferler kadar hatırlanmaya değer olduğunu görüyoruz. En güzeli de, tüm bunları o geçiş hissinin sancısına, kararsızlığına, rahatlığına tam bir gerçeklik içinde şahit olarak görüyoruz. Yani yaşıyoruz.

  • Babam gittiğinden beri en çok korktuğum şey sonunda olmuştu. Herkes benim Mükemmel Prenses olmadığımı ve korkunç şeyler yaptığımı öğrenmişti. Ve gerçekten tuhaf olan şey neydi biliyor musunuz? Bu, dünyanın sonu değildi. Kendimi berbat hissediyordum ama aynı zamanda bir şekilde hafiflemiştim. Tıpkı gök gürültüsünün sona erip bulutların dağıldığı bir fırtınanın ardından gökyüzünün hissettiği gibi.
  • Benimle hayat asla mükemmel olmayacak ama elimden geleni yapıyorum. Artık bozuk olmadığımı biliyorum ve düzeltilmeme gerek yok. Farklı olabilirim ve tıpkı reçel, krem şanti ve fıstık ezmesinin birlikteliği gibi göze ilk başta biraz tuhaf görünebilirim. Ancak denemeye hevesi olan herkes benim Sandviç Adam spesiyallerimi seviyor. Ve biliyorum ki bana bir şans daha verebilirlerse, benden de bir o kadar hoşlandıklarını fark edecekler.

Selma TEKİN


Kitap İçin TIKLAYINIZ

Bültene Kayıt Olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir