GERMINAL – Émile Zola
Öncelikle hissettirdiği duygular bakımından ağır bir roman olduğunu söyleyebilirim. Kapitalist dünya düzeninde her şeyin sınıfsal olduğunu, insan hayatının ne denli değersizleştiğini yüze çarpar nitelikte kaleme almış yazarımız.
“Tanrı biliyor ya, kimseden bir alıp veremediğim yok, ama zaman zaman bunca haksızlığa dayanamıyorum.” Haksızlıklar karşısında güvencesiz, geleceksiz olan bu insanların -maden işçilerinin- sürüp giden düzene başkaldırılarına, direnişlerine tanıklık ediyoruz. Elinde kas gücünden başka hiçbir şeyi olmayan bu proletarya sınıfı, asgari düzeyde insanca yaşam için mücadele ediyor.

İşçi sınıfından olup sınıfsal haklar için mücadele etmek, grev yapmak, haksızlıklara karşı direnmek, herkes için adaletli bir toplum istemek bugün bile hala tehlikeliyken, Zola bunu cesurca dile getirebilen karakterler yaratmayı başarabilmiş. “Artık bir sürü soru takılmaya başlamıştı aklına: Bazıları sefalet içinde yaşarken, bazıları neden zengindi? Fakirler neden zenginlerin ökçesi altında eziliyor, buna rağmen neden onların yerine geçmeyi umut ediyorlardı?” İnsan bu satırları okuduktan sonra şöyle bir düşünmeden edemiyor. Peki, insan doğasını değiştirmeden adaletsizlik yok edilebilir miydi?
Ne açıdan bakarsak bakalım, bir toplum onun en alt tabakasındaki insanın huzuru kadar huzurlu olabiliyor. Temelde bir çatlak söz konusuysa bu kaçılmaz olarak herkese sirayet ediyor. Romanda da bunu görebiliyoruz, karın tokluğu mücadelesi için örgütlenen insanlar, burjuvazinin rahatının kaçmasına sebep oluyor ve şiddetin dozu artıyor. Zulme uğrayan zulmetmeyi öğreniyor; bu öğrenilmiş zorbalık, geri döndürülemez acılara yol açıyor.

“Şiddet insanları asla başarıya ulaştırmamıştır, dünyayı bir günde değiştirmek mümkün değildir. Size her şeyi bir çırpıda değiştireceklerini vaat edenler ya soytarı ya da alçaktır.” Evet, belki de bu yüzden başarıya ulaşılamamıştır kim bilir.
Akletmenin hürriyetiyle kalın.