MARTI JONATHAN LİVİNGSTONRıchard Bach

Öğrenmek… “Bir kemik bir tüy kalmak umurumda bile değil anne. Ben sadece havada ne yapıp yapamayacağımı öğrenmek istiyorum anlıyor musun, hepsi bu. Sadece öğrenmek istiyorum.”

Sadece öğrenmek istemek nasıl bir özgürlük diye geçti içimden… Bir şeyi okurken, uygularken, çalışırken amacımız sadece öğrenmek olsa başka hiçbir kaygı taşımasak hatta kaygı ne bilmesek ne kadar özgür oluruz. Ne güzel hafif bir duygu… Tıpkı çocuklarınki gibi onların içindeki muhteşem merak ve öğrenme tutkusu ile her şeyi nasıl hızlı, kolayca ve mükemmel bir şekilde öğrendiklerine şaşıp kalmıyor muyuz çoğu zaman.


Annelik işte… Jonathan’ın annesi de onun kendi gibi olmasına izin vermek istememiş, onun için kaygılanmış ve içini dökmüş evladına: “Yemek ye, ne yapacaksın uçmayı öğrenince? Senin işin bu değil, uçmak senin görevin değil, senin görevin yiyecek bulmayı öğrenmek sadece. Bunun için uçabilirsin.” Sınırlar, kalıplar, görevler, olması gerekenler, beklentiler… Hepsi bizi, bize yabancılaştırıyor. Kendimizi bulma, tanıma yolunda hepsi önümüze birer kaya gibi dikiliyor. Bu kitabı ilk kez okuyorum daha önce hiç denk gelmemişti. Bir hikmeti varmış çünkü şimdi okuduğumda bu incecik kitapta anladığım, içselleştirdiğim öğretiyi başka bir yaşımda özümsemem mümkün olmayacaktı. Jonathan öyle yürekli, öyle akıllı, öyle özgür bir martı ki alıp kucaklayasım, “Aferin sana be yılmadın, vazgeçmedin, bazen umutsuzluğa düşsen de içindeki o güzel sesi duydun dinledin kendine yenilmedin, bana ve birçok insana örnek oldun” diyesim geldi.


“Karanlık! O derinden gelen ses, bir alarm gibi kulaklarında tekrar çınladı. Martılar kesinlikle karanlıkta uçmazlar. Jonathan’ın dinlemeye hiç niyeti yoktu. Çok hoş, diye düşündü. Işıklar ve ay suya yansımış parlıyor, gecenin içinde küçük fener etrafa hoş bir ışık yayıyordu. Her şey dingin ve huzur vericiydi. Aşağı in! Martılar karanlıkta uçamaz! Karanlıkta uçabilmek için bir baykuşunki gibi gözlere, bir şahininki gibi kısa kanatlara ve uçuş haritalarına sahip olman gerek! Gecenin bir vakti, yüz fit yukarıda, Martı Jonathan Livingston, bu gerçeğe gözlerini kapadı. Acıları, dertleri, hepsi yok oldu.”(sf.27)


“Biraz önce alınan kararlar unutulmuş, rüzgârla birlikte hızla savrulup gitmişti. Verdiği sözden dönmek onu yine kendisi yapmıştı ve hiç de suçlu hissetmiyordu. Bu tür sözleri ancak sıradanlığı onaylayan martılar verir, farklı olmayı öğrenmiş birinin ise böyle sözler vermeye ihtiyacı yoktur.”(sf.28)


Hep biliriz ya köpek havlar, miyavlamaz. Kartal uçar, sürünmez. Kanguru zıplar, koşmaz. Her hayvan bir fıtrat üzerine yaratılmıştır. Onu aşmaya çalıştığına hiçbirimiz şahit olamayız. Oysa insan kâinatın en şerefli varlığı, işte onun sınırı yoktur. O istese tüm hayvanların yaptığını yapabilir. Sadece istemesi, gayret etmesi ve korkularından arınması gerekir. Ne büyük özgürlük değil mi? Böyle bir potansiyele sahibiz hepimiz. Ancak çoğu zaman yaptığımız, sıradan bir martı gibi yemek bulmak için uçmak. Ben niye yaratıldım, neye hizmet edeceğim, yaşamımın anlamı ne diye sormayan yoktur kendine. Yaşamımızın anlamı bize tepside sunulmamış, arayıp bulmamız istenmiş. Onun için de içimize merak duygusu, öğrenme isteği, başarmanın zevki verilmiş. Ne kadar mükemmel değil mi nasıl bir mekanizma bir şeyi merak etmek, öğrenmek ve yapabildiğinde hissettiğin o muhteşem başarmışlık duygusu. Tek yapmamız gereken denemek. Jonathan’ın dediği gibi tek yapman gereken uçmak.


“Martı Jonathan, kumsaldaki sürüye katıldığında neredeyse gece yarısı olmuştu. Yorgunluktan perişan bir haldeydi ama yine de bir takla atarak inişe geçti ve bir tüy gibi süzülerek keyifle kumsala indi… ‘Diğer martılar başardığım şeyleri duyduklarında zevkten çılgına dönecekler.’ diye düşündü. ‘Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı Öğrenebiliriz.”(sf.31)


Değişiksek eğer, toplumdan farklıysak, uyum sağlamıyorsak kalabalığa önünde sonunda kaderimiz yalnız kalmak oluyor. Tıpkı Jonathan gibi sarp kayalıklarda yalnız bir hayat sürüyorsun. “Onu üzen yalnızlık değildi; diğer martılar uçmanın keyfine varamamış, uçmalarıyla gurur duyamamışlardı. Gözlerini azıcık aralayıp ileriye bakmayı reddetmişlerdi. Tüm sürü için istediği, tüm sürüye mal etmeyi arzuladığı her şeyi ne yazık ki yalnızca kendisi için elde edebilmişti. Uçmayı öğrenmişti ve bunun için ödediği bedel onu hiç üzmüyordu. Martı Jonathan bezginliğin, korkunun ve öfkenin bir martının ömrünü kısalttığını, bunları zihninden uzaklaştırdığında ise hoş ve uzun bir yaşam sürebileceğini de fark etmişti.”(sf39-40)


Yaşadığımız her olay bize bir şey öğretmek için yaşanıyor ve eğer öğrenip ders alamadıysak temcit pilavı gibi önümüzde hep aynısı oluyor. Biz sadece ‘Artık bıktım bundan!’ ‘Hep aynı şeyler!’ diye serzenişte bulunmanın ötesine geçemiyoruz çoğu zaman. Belki bilmiyoruz nasıl yapacağımızı, belki biliyor ama cesaret edemiyoruz. Belki de bilsek de, cesaret etsek de öngöremiyor ve yine korkumuza yeniliyoruz. ‘Binlerce Jon, on binlerce! Ardından mükemmellik diye bir şeyin varlığını fark edene kadar yüzlerce yaşam daha… Yaşama amacımızın mükemmeli bulma ve onu açığa çıkarma olduğunu anlamak için diğer yüzlercesi yaşandı. Şimdi de aynı kural geçerli, tabi ki diğer dünyayı bir öncesinde öğrendiklerimizle kurarız. Fakat hiçbir şey öğrenilmemişse, sonraki yaşam öncesinin aynısı olacaktır; aynı sınırlar ve kazanmak için yüklenilen aynı sıkıntılar…’(sf.59)


Martı Jonathan Livingston öğrendiklerini kendine saklamayı değil herkese öğretmeyi tercih etti. Elde ettiği başarılarla övünmek aklının ucuna bile gelmedi. O kâmil olma yolundaydı bana göre. Tasavvufta dergâh eğitimi vardır. Sadece Veysel Karani’nin bir mürşide varıp eğitimden geçmeden kâmil mertebesine erdiği söylenir. O yüzden lakabı Üveys’tir. Görmeden âşık olan. Jon da öyle… İçindeki o aşkı, o potansiyeli kendi kendine keşfetmiş ve asla vazgeçmemiş. O lezzeti aldıktan sonra bırakamamış. Ta ki her şeyden geçmeyi göze alıp yalnız kalınca bile, kendinden vazgeçmeyince bulmuş Chiang’ı. Orada kendi başına öğrenemediklerini öğrenmiş, talim etmiş ve içindeki öğretme aşkının hasretiyle gerçekten uçmayı isteyen martılar olabileceği inancıyla evine dönmüş. Bu da mürşidinin yanında irşat olup, artık kendisi irşat etmeye ehil olan dervişlere benzemiyor mu? Bana o kadar yakın o kadar sıcak geldi ki bu öykü. Her zaman düşünmüşümdür kâmil insan var mı hakikaten? Mevlanalarda, Hacı Bektaş-ı Velilerde, Yunus Emrelerde mi kaldı? Yoksa günümüzde de var mı? Allah her daim yaratmaya devam ederim buyurduysa bence kâmil insanlar her devirde var… Yeter ki biz içimizdeki Jonathanları yaşatmaya niyet edelim elbet O güzel insanlar bizi bulacaktır.


“Gitmek istediğin her yere, her zaman gidebilirsin,’ dedi yaşlı martı. ‘Düşündüğüm her yere, her zamana gittim ben.’ Denize doğru baktı. ‘İlginç. Mükemmelliği küçümseyen martılar yavaştır, hiçbir yere gidemezler. Mükemmele ulaşmak için uçanlar ise hızlıdırlar ve her yere gidebilirler. Unutma Jonathan, cennet bir zaman dilimi ya da bir mekan parçası değildir, çünkü zaman ve mekan kavramları anlamsızdır. Cennet..”(sf.71) Ölünce değil yaşarken bu hayatımızda cennetimize kavuşmak mümkün. Bunun için bence sizde Jon’a bir kulak verin. Keyifli okumalar.

Burcu AYDIN


Kitap İçin TIKLAYINIZ


Bültene Kayıt Olun

2 thoughts on “Martı Jonathan Livingston

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir