MÜCELLÂ – Nazan Bekiroğlu

Nazan Bekiroğlu’nun yazdığı Mücellâ, bir hayat öyküsü gibi dursa da aslında sosyal baskılar altında kadın kimliğinin aldığı şekil açısından da değerlendirilebilir.

Öncelikle yazardan bahsetmek isterim ki, Nazan Bekiroğlu benim için kadınların gizli dünyasından ve duygusal derinliğinden bahsetmeyi seven, dua ve iç huzur gibi manevi boyutu, hayatın içine yazılarıyla da olsa çekebilen bir yazar. Onda garip bir hüzün, gizli bir güç var. Yazarken kendini anlatmayı sevdiği kadar, kendine bir terapi de yapıyor gibi geliyor bana. Nitekim Mücella kitabında her ne kadar kurmaca olduğunu belirtse de kendi hayatından ve bir kadın olarak gelişiminden izler var. Babasız eve dönen üniversite öğrencisi o kadar tanıdık ki… Onun bir yazar olmadan önceki halini  gözlerinizle görmüş gibi oluyorsunuz.

Mücella, babasını erken yaşta kaybettikten sonra annesi Neyyire hanımın aşırı baskısı altında neredeyse evden hiç dışarı çıkmadan büyüyen ve yalnız başına ölen bir kadının hikâyesi. Bir yandan da evde erkek olmaksızın yaşayan kadınların, genç kızların, kapalı toplumlara özgü korkuları, kaygıları, hissettikleri savunmasızlık ve sosyal baskıya ışık tutuyor. Çünkü yan kahramanlar da, kocası erken ölmüş ve çocuk büyütmek zorunda kalmış kadınlar ve onların farklı tutumları. Kendimizden, içinde yaşadığımız toplumdan ve yazarın hayatından pek çok izler bulacağımız ve bazı konularda ‘keşke böyle olmasaydı’ diyeceğimiz küçük öykülerle dolu kitabın içeriği.

Mücella’yı anlatırken içinizde oluşan şefkat hissi, toplumsal olarak kadının üzerindeki baskıyı da anlamamızı sağlıyor. Ve belki de değiştirme isteği doğuruyor içimizde. Öyle naif ve edilgen ki kahramanımız, kahraman bile olamıyor kendi hayatında. Şöyle diyor kitabında Nazan Bekiroğlu; “Mücella kendisini adamaya yaratılıştan hazırdı. O, gönüllü teslim olanlar taifesinden, annesinin bir dediğini iki etmeyen, o bir isterse iki veren hayırlı evlatlar zümresindendi. O kadar yetindi ki kendine verilenlerle Mücella, kendisinden istenmeyenleri bile kendiliğinden çıkarıp verdi.”

Öyle olmasın, mücadele etsin, birazcık asi olsun istiyorum okurken satırları. Kim bilir belki kendimden ve kızımdan bir parça buluyorum satırlarda. Öyle ya bir dönemin, evde okunan mevlütlerini, mevlütlerde özenle örtülen beyaz iğne oyalı örtüleri, evde giyilen terlikleri, misafir havlularını, dağıtılan lokum ve gül suyunun kokusunu, ovulan merdivenleri, silinen halıları ve sıcacık sobanın üzerindeki ıhlamuru gayet iyi bilen bir yaştayım. Hızla değişse de devir, kadının üzerinde hala devam eden sosyal baskıları düşünmeden edemiyorum.

Nurhan ALEÇAKIR


Kitap İçin TIKLAYINIZ

Bültene Kayıt Olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir