GELİŞTİREN ANNE-BABA – Doğan Cüceloğlu
Her ülkede anne babalık zor, ama değişim içinde olan ülkemde daha da zor. Bir düşünün: nesiller boyu korku kültürü içinde mayalandık. ‘Güç’ten başka hiçbir değer tanımayan korku kültüründe çocuk terbiyesi utandırmaya ve dayağa dayanır. Böyle bir çocuk terbiyesi ya ‘arsız’ ya da ‘pısırık’ insan yetiştirir. Yiğit anne ve babalar görüyorum; önceki nesilden içlerine yerleşmiş korku kültürü kalıplarının farkına varıp, onlardan kurtulmaya ve yeni bakış tarzları kazanmaya çalışıyorlar; bilinçli bir mücadele vererek, onur eşitliğine inanan sağlıklı bir insan yetiştirmek istiyorlar. Onları alkışlıyorum. (Sf.1)
Güç nedir? Güce nasıl sahip olabiliriz? Güç ile ilgili algımız nedir? O kadar değişik cevapları olur ki bu soruların. Bana sorarsanız güç sevgidir. Koşulsuz, beklentisiz, amaçsız sadece sevgi. Bunu uygulamak hiç kolay değil biliyorum ama insanı ‘insan’ olarak yetiştirmek istiyorsak tek güç alacağımız şey sevgidir. Bir anne baba oğluna paşam sen gez toz deyip kızına sen kızsın otur oturduğun yerde diyorsa orada sevgi yoktur. Adalet zaten hiç yoktur. Sevmek ve adil olmak farklıdır. Bir anne baba çocuğunu farklı derecelerde sevebilir belki, ancak aralarında adaleti korumakla mükelleftir. İşte içinde bulunduğumuz korku kültürü ve yüzyıllardır devam eden kökleşmiş inançlar evlatlarımızı sevmeyi değil korkutmayı, utandırmayı, aşağılamayı önceliyor. Ve yadsınamaz bir gerçek var ki; eğer kız isen bu hayatta tutunmak, kendini bulmak ve yaşayabilmek kısmen daha zor oluyor. Hayır böyle olmamalı. Kız evladı odaya girince ona olan saygısından ayağa kalkan bir peygamberin ümmeti isek kız çocuğun erkekten aşağı değil aksine sevilme, değer görme ihtiyaçları bakımından daha üstün ilgiye gereksinimi olduğunu algılamalıyız. Çocuğunuz kızsa onu kız, oğlansa oğlan çocuğu olarak yetiştirin. Ama en önemlisi insan yetiştirdiğinizi hiç unutmayın. (Sf.30)

“Anne baba olarak hayata bakışımız farklı olabilir çocuğumuzu ikimizde çok severiz ancak yetiştirme anlamında farklı düşünce ve yöntemlerimiz olabilir. ‘Liberal görüşlü bir anne ve muhafazakâr görüşlü bir babadan oluşan ailede büyüyen kız çocuğu, “iyi ki annem, babamdan farklı düşünüyordu; ben annem sayesinde özgür kişiliğime kavuştum,” diyebilir. Hak veriyorum. “Özgür düşünen biri neden muhafazakâr biriyle evlenir?” sorusu akla geliyor. Yaşamın doğal dinamikleri içinde bu oluyor; bazen bilmeden, bazen bilerek. Çocuk doğunca, eşler çocuk yetiştirme konusunda farklı düşündüklerini görebilirler. O zaman aralarında olgun kişiler gibi konuşabilecekler mi? “Evet, aralarında olgun iki yetişkin olarak konuşuyorlar diyorsanız, o aile sağlıklı bir çocuk yetiştirme ortamı oluşturuyordur. “Hayır” diyorsanız, ortam sağlıksızdır. Çocuk bu durumdan mutlaka olumsuz etkilenir.” (sf.32)
İçinde yaşadığımız toplumun büyük çoğunluğu yüzyıllardır korku ve kaygı kültürünün terbiye anlayışı içinde büyüyor. Bundan sıyrılmak gerçek anlamda farkındalık ve çaba gerektiriyor. Açıkça söylemem gerekirse okumaya başlamadan, bilinçlenmeye niyet etmeden önce ben de öyleydim. Çünkü büyüdüğüm ortam korku ve kaygı kültürünün tohumlarının atıldığı yeşertildiği ve kullanıldığı bir ortamdı. “Kızını dövmeyen dizini döver, dayak cennetten çıkmadır, kız dediğin uslu olur, ağlamaz, bağırmaz, ayıp, AAA! hiç öyle denir mi anne babaya terbiyesiz, sus sen mi bileceksin, beni mi eğitiyorsun eşşoğlueşşek kapa çeneni…” ve daha da uzatabileceğim bir sürü olumsuz baskılayıcı, aşağılayıcı ifadeler içinde büyüdük, yetiştik, tırnak içinde olgunlaştık. Böyle sandık çocukluğu, böyle sandık büyümeyi, kendimizi tanımadan bilmeden, rabbimizin içimize koyduğu cevherin ne olduğunu keşfedemeden göçüp gitti birçoğumuz bu dünyadan. ‘İnsanın gözünü, gönlünü, aklını açan inançlar olduğu gibi kapayan, körleştiren inançlar da vardır. Taşıdığı inancın türünü keşfetmek bilgeliktir. (Sf. 39)

Kurulmuş bir oyuncağa benzetiyorum bazı insanları birileri kurmuş zamanında öyle devam ediyor yaşamına. Sorgulamıyor, araştırmıyor, çabalamıyor. Çünkü kolay olanı seçiyor kurulduğu gibi gidiyor aynı formatta, hızda, bakış açısında. Çocukluk insan için o kadar önemli ki yaşam boyu kendisini taşıyacak bineğini kendisi kurabilen, kendisi keşfedebilen insan hayatının yönünü dilediği gibi çizebiliyor. Ama bir başkası onun içindeki özü bulmasına rehberlik etmez, bastırır, izin vermez, ona kendi düşüncesini, doğrusunu zorla empoze ederse kişi kendiliğinden uzaklaşıyor ve yapay bir şekilde kurulmuş oyuncak gibi yaşıyor hayatını. Ne kadar acı…
Ve biliyor musunuz büyüdüğümüzde bu çocukluğun acısını yaşıyoruz. Zamanında, yeterli ve içten ilgi alamadıysak, ihtiyaçlarımız gereğince karşılanmadıysa içimizde en dipte oluşan duygu öfke oluyor ve tıpkı bir yanardağ gibi kaynıyor, kalbimizin derinlerinde ve olur olmadık yerde patlıyor, yine bizi, bizim sevdiklerimizi yakıyor. Başka bir duygu ise kaygı oluyor ki bunu rutubetli bir eve benzetiyorum ben. İnsanı içten içe çürüten sinsi sinsi ilerleyen bir duygu bu. Yıllarca duvarları nemli bir evde oturdum o zamanlar anlamamıştım ama şimdi en ufak bir soğukta sızlayan dizlerim hatırlatıyor, nemin nasıl zarar verdiğini bana. Çocukluğumda içimde atılan kaygı tohumları da tıpkı nem gibi sonradan fark edildi. Hayatın içinde kendimi daima güçsüz, karamsar, umutsuz bir ruh halinde buldum. Ve öğrenilmiş çaresizlik uzun zaman böyle yaşayıp gittim. Ta ki beni benden iyi tanıyan ve beni bana anlatan bana ayna olan birini bulana kadar.
Kitap beş bölümden oluşuyor; birinci bölüm, kucağımda tuttuğum bu çocuk özünde nasıl biri? İkinci bölüm, Niyetim ne? Çocuğumdan beklentilerimin farkında mıyım? Üçüncü bölüm, Anne-baba olarak ben kimim? Dördüncü bölüm, Anne-baba olarak neleri bilmeli, nelerin farkında olmalıyım? Beşinci bölüm, Aile toplantıları ve ailede yaşayan değerler. Burada en çok değinmek istediğim aile toplantılarıdır. Çünkü bir evde demokrasi, düşünceni özgürce ifade edebildiğin ve önemsendiğin bir ortam yaratılırsa o çocuk yetişkin olup hayata karıştığında hak ve hukuk gözetme konusunda birçok insandan önde olacaktır. Kendine güven kendini rahatça ifade edebilme yetenekleri de gelişmiş olacaktır.

Her gün katlanarak artan şiddet, dayak vakalarını duyuyor ve maalesef izliyoruz. Kanımız donuyor, aklımız şaşıyor bunlar karşısında. Bu gibi durumlarda yine umutsuz, karamsar tarafım hortluyor. Ama ben onun artık farkındayım. Durup izliyor ve hayır güzellikler var ve biz güzellikleri seçebilir iyiliği yaratabiliriz diyorum. Tıpkı kitabın yazarı ve yazdıkları gibi, bu kitabı edinip okuyan, kendini, kendinde olan hataları fark etme erdemine sahip olan insanlar gibi güzellikler var daima da var olacak. Onlara tutunacağız. Birey değişirse toplum değişir, dönüşür, güzelleşir. Kendini fark etmiş, suçlamayı, suçlu aramayı bırakarak gelişmeye, dönüşmeye niyet eden, kendilerine emanet edilmiş evlatlarının içindeki cevheri keşfetmelerine, onu işlemesine rehber olmak için gayret edecek herkes Doğan Cüceloğlu’na kulak versin derim.
Keyifli okumalar.