ÇOCUKLARDA SINIRLAR – Dr. Henry Cloud-Dr. John Townsend
Bir insan yavrusunun doğduğu anda karşılanması gereken ilk ihtiyacı güvende olduğunu hissetmektir. Annesinin sıcak kollarında, o mis kokusunda dinlenir ruhu. Bu duygu tatmin olduktan sonra açlık, üşüme-terleme, temiz ve kuru kalma vb. fiziksel ihtiyaçları ifade ederler bize. İlk bir yıl temel ihtiyaçları karşılanan çocuk kendi başına etrafı keşfetme güdüsü ile dolmaya başlar. “Haydi, çekilin yolumdan 12 ay boyunca sadece yattım, yuvarlandım şimdi benim zamanım, her şeye dokunacağım vuracağım, tırmanacağım, keşfedeceğim, Yaşasın! çok heyecanlı” güdüsüyle özgürlüğünü ilan eder. Ve biz kendimizi prizlere kapak kapatırken, dolaplara kilit takarken ve bin bir emekle hazırlanıp serilen çeyizlik örtülerimizin üstündeki kıymetli vazolarımızı, biblolarımızı evin en ücra köşelerine saklarken buluruz. Sonra mutfakta tencere tava orkestrası ile dinlediğimiz bateri resitalleri, çorap, çamaşır sergileri ve boş çekmecelerle hayatımıza devam ederiz. Bazen yüzümüzde bir gülümseme peydah olur bazen de sigortalarımızdan birkaçı atabilir tüm bunlar devam ederken. İşte bu yaptıklarımız, yani prize kapak takmak, kilitler, tehlikeli eşyaları ortadan kaldırmak özgürlüğünü ilan eden çocuğa ilk sınırları öğretmektir aslında. Yaş büyüdükçe sınır koymak bu kadar kolay olmayacak elbette fakat her zaman bir yolu olduğunu bu kitabı okuduktan sonra öğreneceğiz. Hadi biraz kitaba bakalım.

Dr. Henry Cloud ve Dr. John Townsend klinik psikoloji alanında ABD‘nin önde gelen psikologlarıdır. Çocuklarda Sınırlar kitabında çocukları korkutmadan, sert çıkmadan, utandırmadan nasıl sağlıklı sınırlar konulacağından bahsediyorlar. Giriş kısmında kitabın neden yazıldığını, kimlerin okuması gerektiğini ve neden okunması gerektiğini açıklamış yazarlarımız. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde çocukların neden sınırlara ihtiyacı olduğu açıklanmış. ‘Bir kişinin karakteri, aynı zamanda onun alınyazısıdır. İnsanın hayatta nasıl bir rol üstleneceğini belirleyen şey büyük ölçüde onun karakteridir. Sorunlarımızın çoğu kendi karakter zayıflıklarımızdan kaynaklanır. İçsel güce sahip olduğumuzda zor şartlara rağmen başarılı oluruz.’(sf.17) Çocuklarımız sınırlar ile doğmazlar, aksine asla sınırları yoktur. Bizler ebeveyn olarak vasi, yönetici ve kaynak olmak vasıflarımızı iyi bilip doğru şekilde yerine getirmeliyiz. İkinci bölümde çocukların bilmesi gereken on sınır yasası anlatılmış; Ektiğini biçme yasası, sorumluluk yasası, güç yasası, saygı yasası, motivasyon yasası, değerlendirme yasası, ilerlemecilik yasası, kıskanma, aktif olma ve maruz kalma yasası. İkinci bölümü okurken ebeveynin çocuğa iskele olması gerektiğini anladım. Yani çocuklarımızın bilmedikleri şeyleri önce kendimiz yaşayarak sonra onlara hal ve kal diliyle örnek olarak içselleştirmelerini sağlamalıyız. Öğrendiklerinde de o iskeleyi toparlamalı ve artık kendi başlarına yürümelerine izin vermeliyiz. Üçüncü bölümde ise tüm bu sınırları nasıl uygulayacağımızı 6 adımda anlatmış yazarlar bize. İş kolları sıvayıp adım atmakta.

En önemli şey nasıl bir ebeveyn olacağımıza karar vermek. Kaya mı, tereyağı mı yoksa sünger mi? Örneğin sınırınız gece 22:00’den sonra asla dışarı çıkılmayacak olsun. Kaya olmaya karar verirseniz sınırları belirlersiniz ve diktatörce yönetirsiniz. Çocuk bunun aksini anayasanın değişmez, değişmesi teklif dahi edilemez bir maddesi gibi sizinle konuşamaz. Çünkü çarpacağı bir kayadır ve canı yanacaktır. Peki, ne yapar en iyi ihtimalle sizden nefret eder en kötü ihtimalle de odasının camından kaçıp başını derde sokar. Eğer tereyağı olmayı seçerseniz çocuk sizin yumuşak karnınızı öyle bir keşfeder ki Fatih Sultan Mehmet edasıyla aşamayacağı sınır kalmaz. Bu durumda da en iyi ihtimalle şımarık, her şeyi ağlayarak, sevgi gösterisi ile yahut öfke krizi ile halledeceğine inanan biri olur. En kötü ihtimalle de hiçbir sınırı, duru durağı olmadığı ve hayat, ebeveyn ve aile ortamından ibaret olmadığı için derin bir boşluk yaşayıp depresyona girer. Peki, sünger olmayı seçersek ne olur? Çocuğumuz ona koyduğumuz gece 22:00’den sonra dışarı çıkma yasağını bilir fakat yanımıza gelip “Yarın akşam en sevdiğim arkadaşımın doğum günü, çıkış saatimle ilgili kuralımızı hatırlıyorum fakat böyle özel durumlarda esneklik yapabilir miyiz?” diye sorabilir. Ve aranızda bunu en adil şekilde çözebilirsiniz. Böylece ne çocuk kayaya çarpıp canını yakar ne de her istediğinde sınırları geçip başıboş kalır. Sevgiyi, adaleti ve şefkati öğrenerek ileride karakterini oluşturacak sınırlarını artık kendi başına çizmeyi başarır. Çoğumuzun büyürken maruz kaldığı ebeveynlik tarzının sünger olmadığını biliyorumJ Fakat biz sünger olmayı başarırsak emanetlerimize, onlar da ileride kendi emanetlerine karşı sünger olabilirler. Böylece nesiller boyu yumuş yumuş yaşarız.

Çok sevdiğim bir büyüğüm okuduğu bir çocuk kitabından bahsetmişti. Bir adam yolda yürürken bir dükkân görür, adı Allah’ın Dükkânı. Sorar soruşturur böyle bir isim gerçekten olabilir mi diye. Sorduğu kişi evet var der hem de her şey bedava o dükkânda. Adam girer dükkâna seslenir “Kimse yok mu?”, “Geliyorum” der içerden bir ses. Hikâye ya bu Allah gelir. Adam, “Burada her şeyi bulabileceğim söylendi hem de bedava imiş” der. Allah: “Evet, doğru söylemişler burada her şeyi bulabilirsin.” Bunun üzerine adam başlar isteklerini saymaya komşumun şu problemini var, ailemin su ihtiyacı var, kızımın şu derdi var sonu gelmez isteklerinin. Allah: “Dur bakalım sen burayı çok yanlış anlamışsın burada tüm isteklerinin sadece tohumu var. Bu tohumlar sana verilir sen ekeceksin, bakacaksın, büyüteceksin” der.
Okuduğum tüm kitaplar bana birer tohum verdi tıpkı bu hikâyedeki gibi. Eğer ben anlayıp, özümseyip hayatıma uygularsam yeşerdi içimde sonra etrafıma yayıldı, renklendi. Ama kapağı kapattığım gibi unuttuysam içindekileri elime geçen tek şey harcanan emek ve zaman oldu. Bu kitap bize harika bir tohum veriyor emanetlerimizin geleceği ile ilgili. Siz de alın, ekin bu tohumu hem gönlünüze hem zihninize, yetişip büyüsün ışık olsun herkese. Keyifli okumalar dileğimle.